“Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçmek” ne demektir?
Şehid Seyyid Kutub bu ayetin şu anlama geldiğini söyler:
“Ey iman edenler! Ne kendiniz hakkında ve ne de çevrenizde yaşantınızla ilgili işlerde yüce Allah'a ve O'nun Peygamberine karşı öneride bulunmayınız. Bir konu hakkında yüce Allah Peygamberinin dili ile bir şey söylemeden önce sizler konuşmayınız. Sizler bir konu hakkında, yüce Allah'ın ve O'nun elçisinin sözüne başvurmadan hüküm vermeyiniz.”
Merhum Mevdudi de bunun hakkında şunları söyler:
“Allah'ı, Rabb ve Allah'ın Peygamberi'ni rehber ve doğru yolu gösterici olarak kabul eden kişi, bu inancında doğru ve samimi ise Allah'ın ve Rasulü'nün bir buyruğu olup olmadığını, varsa ne olduğunu araştırıp öğrenmeden kendi kendine fikirler ve görüşler ortaya süremez. Bu, imanın ilk ve temel şartıdır. Bu bakımdan ikaz olarak buyrulmaktadır ki, Ey iman edenler! Allah'ın ve Rasülü'nün önüne geçmeyiniz, yani onların önüne geçerek yürümeyiniz, arkadan yürüyünüz, öne geçen olmayınız, peşisıra giden olunuz.
Bu buyruğun kendi hükmü içinde, Ahzab Sûresi'nin 36. ayetinde, daha ileri düzeyde bir yaklaşımı vardır. Orada (Ahzab Sûresi'nde): "Allah ve Resulü'nün hüküm koyduğu konularda hiçbir Müslümana kendi kendine karar verme yetkisi bırakılmamıştır," manasında bir hüküm vardır.
Burada da (Hucurât Sûresi'nde): "İman edenlerin muamelat ve hareketlerinde önden giderek kendiliğinden kararlar almaması, ilk önce Allah'ın Kitabı ve Peygamberin Sünneti'nde bu konularda ne gibi emirler buyrulduğunun araştırılması gerektiği" şeklinde bir ihtar vardır.
“Allah’ın kitabı ve Peygamberin sünneti” ifadesi eski ve yeni birçok âlim tarafından kullanılmıştır ve istikameti göstermesi açısından önemlidir. Bu iki kaynağa tabi olmanın önemi her zaman vurgulanmış, bunlardan uzak durmanın sapmalara neden olduğu ifade edilmiştir.
Biz burada daha çok “Sünnet” kavramı üzerinde durmak istiyoruz.
Sünnet kavramının “Yol”, “kanun” ve “adet” anlamlarına geldiği biliniyor. “Peygamberin Sünneti” derken “Heva ve hevesinden konuşmayan” (Necm/3) Aziz Peygamberin insanlığın kurtuluşuna vesile olan söz, fiil ve takrirleri kast edilir. Ümmetin âlimleri Asr-ı Saadetten bugüne Peygamberin sünnetine tabi olma konusunda icma etmişlerdir. Sünneti, asli kaynak olarak görmeyen kimi arızalı fikirlerin dönemsel olarak parlamalarının bir şey ifade etmediği, zamanla ortadan kalktıkları, tarih araştırmacılarının kolaylıkla görecekleri gerçeklerdendir.
Bu minvalde Peygamber sünnetini itibarsızlaştırmak için çaba harcayan kişi ve kurumların zillete düşeceklerinden hiç şüphemiz yoktur. Çünkü sünneti kaldırmak İslâm inancının ruhunu ortadan kaldırmaktır ki, ruhsuz bir fikrin kısa sürede kuruyup dağılacağı herkesin malumudur. İslâm Davası ise Allah’ın vaadi gereği O’nun belirlediği zamana kadar hayatiyetini sürdürecektir. Bu süreç içinde de Kitap ve Sünneti esas alan, onları rehber edinen bir mücadele tarzı varlığını sürdürecektir.
Evet, Kitap ve Sünnet temel ölçülerimiz ve temel değerlerimizdir.
ALLAH’IN SÜNNETİ
Sünnetullah; Allah’ın kâinatı yaratırken ve idare ederken koyduğu kurallar, kanunlardır. Kâinattaki düzen ve işleyiş bu kanunlara göre olur. Hiçbir eksiklik ve kusur söz konusu değildir.
“O, yedi göğü tabakalar halinde (eşsiz bir uyum içinde) yaratmıştır. Rahmanın yaratmasında bir düzensizlik göremezsin. Haydi, çevir gözünü de bir bak, bir kusur ve çatlak görebilecek misin? Sonra tekrar tekrar çevir gözünü de bak! Bakışın yılgın ve bitkin bir şekilde sana geri dönecektir.” (Mülk/3-4)
Peygamberlerin davet ve tevhid mücadelesinde de cari olan bir “İlahi Sünnet” vardır. Davet, tebliğ ve bunlarda ısrar peygamberlerin uyması gereken kanunlardır (Sünnet). Kezâ peygambere karşı gelip şirk ve zulümde ısrar edenlere karşı vuku bulan azap da Sünnetullah gereğidir.
“İnkâr edenlere söyle: Eğer (iman edip, düşmanlık ve küfürden) vazgeçerlerse, geçmiş günahları bağışlanır. Eğer (düşmanlık ve savaşa) dönerlerse, öncekilere uygulanan ilahi kanun (Sünnet) devam etmiş olacaktır.” (Enfal/38)
Sünnetullah, evrende irade sahibi olmayan tüm varlıklara bir zorunluluk olarak uygulanır. İrade sahibi olmayan varlıkların itaat etmeme gibi bir seçeneği yoktur.
“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler.” (Fussilet/10-11)
Kâinatta Sünnetullah’a uyan tüm varlıklar, Allah’a itaat ettikleri için yaptıkları her şey ibadet ve tesbihtir (Allah’ı yüceltme).
“Gök gürültüsü O'nu hamd ile, melekler de O'na olan korkularından tesbih ederler…” (Ra’d/13)
İrade sahibi yaratıklar da (insanlar ve cinler) kâinattaki diğer tüm yaratılanlar gibi ibadete, fıtrata, Sünnetullaha uymaya ve itaate davet ediliyorlar.
“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat/56)
İnsanların ve cinlerin fıtrata yani Allah’ın yarattığı hal üzere yaşamaya davet edilmesi kâinatın düzen ve intizamı için gereklidir. Allah Teâlâ, bu konuda irade sahiplerine lütufta bulunmuş ve onlara uyarıcılar göndermiştir. İnsanlar ve cinler bu uyarıcılar tarafından imana, fıtrata, ibadete yani Sünnetullaha uymaya davet edilmişlerdir. Allah’a itaatin dışına çıkma ve imandan uzaklaşma beraberinde bozulmayı, ifsadı ve karmaşayı getirir. ‘Şeytanın saptırmak için dosdoğru yol üzerinde oturup insanları yoldan çıkarmaya gayret ettiği’ (A’raf/16) unutulmamalıdır.
Şeytana tabi olanlar ise İlahi yoldan uzaklaştıkları için tahripkâr bir hal alırlar.
“İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır. O, arkasını dönüp gittiğinde yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya (fesada), ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu (fesadı) sevmez.” (Bakara/204-205)
İkiyüzlülük (nifak), fıtratın bozulmasının sonucudur ve devamında ifsad kaçınılmazdır. Sünnetullah yolu; ibadet, itaat ve fıtrat yoludur ve adı konulmuş ecele varıncaya kadar geçen sürenin bu yolda olması, insanın hem dünya hem de ahireti açısında olmazsa olmazıdır. Yani kısaca ebedi saadet Sünnetullaha uymakla, ebedi hüsran ise Sünnetullahı terk edip ifsada yönelmekle elde edilir.
PEYGAMBERİN SÜNNETİ
Peygamberlerin sünneti “İlahi Sünnet” ile belirlenmiştir ve öyle düzensiz ve başıboş bir sünnet değildir. Şu ayet aradaki bağın keskinliğini çok net olarak ortaya koymaktadır.
“Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider.” (Hucurat/2)
Bu ayet, kalpleri titretmesi gereken sarsıcı bir ayettir! Peygamberin siret ve sünnetinin Allah katında ne kadar önemli olduğu ve maddi ölçülere vurulamayacağı konusunda önemli bir uyarıdır bu ayet.
Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, Allah tarafından görevlendirilmiştir. Peygamber’den söz ederken onu görevlendiren yüce makamı ve onun ilminde gizli olan gönderme gerekçelerini bir tarafa bırakamayız. Müslümanlar olarak bize düşen davranış şekli bellidir: “Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağrıldıkları zaman mü'min olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.” (Nur/51)
Aziz Peygamber öyle yüce bir makam tarafından görevlendirilmiştir ki, Onun yanında ve Onun sesinden daha fazla ses yükseltmek amellerin boşa gitmesine sebebiyet verebilmektedir. Ona karşı çıkmak Allah’a karşı çıkmaktır.
Allah, Sünnetullah çerçevesinde görevlendirdiği peygamberlerden olan Hz. Muhammed aleyhissalatu vesselam için şu şekilde buyurmaktadır:
“Şüphesiz sen, pek yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem/4)
Merhum Mevdudi, bu ayet için şunları söyler:
“Bu cümlede iki anlam vardır. Birincisi; insanları hidayete götürebilmek için katlandığı bütün bu eziyetler yüksek bir ahlâk üzere olduğundandır. Aksi takdirde, zayıf ahlaklı olan bir insan bunlara tahammül edemez. İkincisi; Kur'an'ın yanında sırf senin bu yüksek ve temiz ahlakın, kâfirlerin sana delilik ithamlarında bulunmalarına karşı açık bir delilidir. Onların bu ithamları tamamen mesnetsizdir, yalandır, çünkü yüksek ahlak ve delilik bir arada bulunamaz. Deli, aklî dengesini kaybetmiş kimsedir. Öte yandan, bir kimsede bulunan yüksek ahlak, o kişinin sağlam bir akıl ve fıtrata sahip olduğunun ve zihni dengesinin gayet yerinde olduğunun delilidir. Rasulüllah'ın ahlaki meziyetlerinin Mekkeliler tarafından çok iyi bilindiği malumdur. Aslında buna işaret etmek yeter. (…)
Allah Resul’ünün ahlakını en güzel şekilde Hz. Aişe'nin şu sözü tarif etmektedir. "Onun ahlakı Kur'an idi." Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Nesei, İbn Mace, Darimî ve İbn Cerir lafzen çok az farklılıklarla bunu rivayet etmekteler. Bunun anlamı şudur: Resulullah (s.a.v) yalnızca Kur'anî talimatları insanlığa tebliğ etmekle kalmamış, o talimatları kendi zatında da tatbik ederek buna örnek olmuştur. Eğer Kur'an bir şeyin yapılması için emir vermişse onu ilk önce kendi nefsinde uygulamış ve eğer bir şeyden men etmişse gene en fazla kendisi o şeyden sakınmıştır. Kur'an'ın fazilet olarak saydığı sıfatlarla muttasıf, kötü saydığı sıfatlardan da kendini uzak tutan idi.”
Efendimiz aleyhissalatu vesselam, Sünnetullah gereği görevlendirilmiş, Sünnetullaha göre yaşamış ve örnek bir yaşam sunmuştur. Onun sünnetine uymak, Sünnetullahı gereği gibi yaşamaktır.
Evet, Sünnetullah, evrendeki her varlığın fıtrata, yaratılış gayesine göre davranmasıdır. Kalem Sûresi 4. Ayette “Şüphesiz sen, pek yüce bir ahlak üzeresin.” diye buyurmaktadır Rabbimiz… “Ahlak” kelimesi huy ve seciye anlamlarına geldiği gibi “yaratılış” ve “fıtrat” anlamlarına da gelir. Buradan yola çıkarak ‘Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselamın tüm davranışlarında yüksek bir seciye örneği görülebileceği gibi Sünnetullaha uygunluk da görülür’ diyebiliriz.
Öyleyse,
Aziz Peygamberin vahiyle şekillenen kavli, fiili ve takriri sünnetlerine uymak gerektiği gibi yaratılıştan gelen ve “adetten” sayılan sünnetlerine de uymak önemsiz görülmemelidir.
Konumuzu yazının başına aldığımız ayet-i kerime ile noktalıyoruz:
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Hucurat/1)
Mehmet Said Çimen
Benzer Haberler
Selama Sessiz İcabetin Geçerliliği: Farzın Yerine Getirilmiş Sayılır mı?
İmanın Zirvesine Ulaşmak İçin Yolculuk: Sabır, Kader, Tevekkül ve Teslimiyet
Peygamberimiz'in (asm) yemek adabı: Bunları yapmazdı!
Hadis-i Şerif: Borcunu Ödeme Niyetinde Ölen Kişinin Kefili Resulullahtır...
Dünya Tatlıdır Ama Helal Yoldan Alınmalıdır
Kalbin Bir Terazi Gibi Olsun
‘Susan Kurtulur’ Hadisi: Gıybete Karşı Uyarı
Tövbe edenlerle oturmak, bize Allah'ın rahmetini hatırlatır ve kalplerimizi yumuşatır