Kavram Karmaşası:
Sosyal bilimler ile ilgilenenlerin çoğu, “Medeniyet” kavramının yerine “Kültür” kavramını kullanırlar. Çünkü ikisini eş anlamlı olarak değerlendirirler.
Batı dillerinde “Culture” olan Kültürün; manevi değerleri ifade ettiği yönünde görüşler mevcuttur. Ya da kadimden gelen soyut değerler de denilebilir. Buna göre söz, nişan, evlilik veya çocukların sünnet edilmesi vesilesiyle yapılan eğlence, düğün gibi faaliyetler ile ölümlerden mütevellit düzenlenen taziyeler, bu kavramın içinde değerlendirilmelidir.
Köken olarak bu kelimenin ekin anlamını taşıması, sonraki dillere de bu şekilde anlamlarla geçmesine vesile olmuş olabilir. Cumhuriyet döneminde bir süre kültür yerine “Ekin” kelimesi kullanılmış ama genel kabul görmediğinden vazgeçilmiştir. Buna benzer; Arapça’da ekin ekmek anlamında “Hars”, Kürtçe’de “Çand” kelimeleri kültürün karşılığı olarak kullanılmıştır.
Fakat çerçeveyi biraz genişlettiğimizde kültürün; “Toplumların tarihi süreç içinde ürettiği ve sonraki nesillere aktardığı her türlü maddi ve manevi değerlerin bütünü” olarak tarif edilmektedir.
“Maddi ve manevi bütün değerler” şeklindeki bir tanımlama, kanaatimce bir üst kavram olan medeniyetin sınırlarına da girmiş olacağından, daraltılması gerekir.
Kültürün manevi değerleri ifade ettiğinden bahisle, bu kez medeniyete sadece maddi değerler kısmı kalmaktadır. Yani medeniyeti; “İnsanların çalışarak elde ettiği teknik eserlerin bütünü” olarak sınırlandırmak icap ediyor.
Medeniyet, Arapça bir kelimedir. Medine kelimesinden türetilmiştir. Türkçe’de “Uygarlık” olarak kullanılmaktadır. Fransızca’daki karşılığı olan “Civilisation”dan esinlenerek, daha çok şehirli olan veya tam tersi bedevi olmayan anlamında olduğu değerlendirilmektedir.
Ancak birçok bilim adamının belirttiği üzere; kültür milli, medeniyet ise evrenseldir. Daha doğrusu medeniyet kültürün bir üst formudur. Geldiğimiz noktada şunları söyleyebiliriz: Milletlerin kültürel olarak birleşmesi sonucu medeniyet meydana gelir. Örneğin; Arap, Fars, Türk, Kürt vb. Müslüman milletlerin kültürlerinin birleşmesiyle, İslam medeniyeti oluşmuştur. Aynı şekilde Fransız, İngiliz, Alman vb. milletlerin birleşmesi neticesinde de, Batı medeniyeti meydana gelmiş.
İslamlaşmanın Yayılması ve Medeniyet:
a.Araplar:
Mekke ve Medine'de medeniyete geçiş yapan İslam dininin temeli, tevhid inancına dayanır. Tek bir Allah’ın varlığını kabul ve bu tasdike göre şekillenen yaşam tarzı, yepyeni bir medeniyet için mümbit bir coğrafya oluşturmuştur.
Hemen şunu söylemek gerekir ki; çok tanrıcılık veya Allah’tan başka bir şeye tapmak, öncelikli olarak insanoğlunun bizatihi kendisine hakarettir. Çünkü paganizme göre; insanoğlu kendisinden daha alt derecedeki bir varlığa tapmaktadır. Bu da başlı başına bir zillettir. İslam dininin, müntesiplerini bu zilletten kurtarması ve bunun yanı sıra, hem dünya hem de ahiretini tanzim etmesi büyük bir vakadır.
Araplar İslam’dan önce “şirk” dinine mensuptular. Mekke’de dahi kabile şeklinde yaşıyorlardı. Zaten Mekke dışındakiler tamamen ilkel koşullarda, “Bedevi”topluluklar halinde hayat sürdürüyorlardı. Bazı kabileler kız çocuklarını öldürüyorlardı. Evlilik sayısında sınır yoktu. Maddi gücü olanların 70-80 karısı olabilirdi.
Zikrettiğimiz üzere; tek bir Allah’ı kabul eden Araplar, bu yeni inancın gereği olarak, yukarıda saydığımız fenalıkları terk ettiler. Lat, Menat, Uzza, Hubel putlarının hükmü kalmamış oldu. Medine’de kurulan İslam Şehir Devlet’i, yavaş yavaş etrafa yayıldı ve medeniyetin tohumları atılmaya başlandı. Kabile toplumundan kurtulup, Medine şehri sayesinde medeni bir topluluk oldular.
Tabi kurulan bu medeniyet bariz bir farklılık içeriyordu. Toplumsal kaideler gereği, genellikle bir şehre sonradan gelenler, yerleşik topluma ayak uydurur ve tabiri caizse onların içinde erirler. Ama burada Peygamber (sav)’in beraberinde getirdiği vahiy sayesinde, kadim bir topluluk olan Yahudilere uyulmadı. Zaten müşrik birer topluluk olan Evs ve Hazrec arasında İslamlaşma, daha Peygamber (sav) Medine’ye gelmeden önce başlamıştı.
b.Farslar ve Kürtler:
Kadim bir topluluk olan İranlılar, İslamî fetihlerin başladığı yıllarda medeniyette önder bir topluluktular. Gelenek ve görenekleri, yani kültürlerinin kökleri derin tarihi geçmişlerine dayanıyordu.
Ancak inandıkları Zerdüştlük, iki tanrının olduğu bir dindi. Zerdüştlükte düalizm (iki tanrıcılık) var ise de; bu dinin aslında ilahi olduğu, sonradan tahrife uğradığı bilgileri mevcuttur. Zerdüştlük, ilahi bir din ise, bu dinin kurucusu olan Zerdüşt’ün kendisinin bir peygamber veya nebi olması gerektir. Kitaplarının ismi Avesta’dır. Müşriklikte ikiden fazla, örneğin; savaş tanrısı, aşk tanrısı, iklim tanrısı, fırtına tanrısı vb. ilahlar olmasına karşılık, Zerdüştlükte bu sayının; iyilik tanrısı Ahuramazda ve kötülük tanrısı Ehrimen ile sınırlı olması, bu dini şirk dini olmaktan kurtarmıyor. Çünkü Allah’tan başka bir varlığa iman demek, tanrı sayısının azlığı veya çokluğuna bakılmadan, şirk dini üzere olmak demektir. Müntesiplerine de müşrik denir.
Kadisiye ve Nihavend savaşlarından sonra, İslam’ın girdiği bu coğrafyada, bir süre sonra insanların gönülleri de fethedildi. Yöre halkının bu şekilde Ahuramazda ve Ehrimen’den kurtulması, Arapların putlarından arınması kadar değerliydi.
Kürtler de İranlılar gibi Zerdüşt’tüler. İki tanrılı kültür içinde kendilerince bir yaşam tarzı sürdüren Kürtler; Zerdüştlüğün, Ahuramazda ve Ehrimen diye bilinen iyilik ve kötülük tanrılarından, şeytanla kıyaslanabilecek, kötülük tanrısını tercih etmişlerdi. Ezidiliği, Şeyh Adi’den çok daha öncesine dayandıran görüşe göre; Zerdüştlük Kürtlere, Şeytanı kutsama şeklinde, “Ehrimencilik” olarak geçmişti.
Ya da Müslüman olan Kürtler, belirli bir süre sonra heteredoks bir görüşle, Zerdüştlüğün Ehrimenciliğine benzeyen “Ezidiliği” geliştirmişlerdi. Demek istediğimiz o ki; Kürtlerin bir kısmı sapma gösterip, eski dinlerindeki bir tanrıya tekrar hayat vererek, şeytanı kutsamaya başlamışlardı.
Öyle ya da böyle insanoğlunun zillete girdiği, hayallerinde yaşattıkları varlıklara taptıkları veya kutsadıkları bu durumdan, İslam dininin gelişi ile kurtuldular. İslam’ın arı ve duru tevhid akidesi sayesinde elde edilen medeni hayat standartları, günümüzde de önümüzü aydınlatan en önemli meşaledir.
c.Türkler:
Buna benzer bir durum Türklerde de var. Birçok insan Türklerin eski dini olarak Şamanizm’i biliyor. Hâlbuki bu eksik bir bilgidir. Şamanizm’in Türkler arasında etkin olduğu doğrudur ama Şamanizm başlı başına bir din değil, bir sihir kültürüdür. Daha çok tedavi amaçlı sihirlerin yapıldığı bir büyü ekolüdür. Aslında Türklerin en eski dini “Göktanrı” inancıdır. Adından da anlaşıldığı üzere, gökte bir tanrının var olduğu felsefesine dayanan bu din de, tevhidi bir dinin kalıntısı olabilir.
Ancak İslam’ın zuhur ettiği dönemlerde, Şamanların etkisiyle de “Tengrilerin” hüküm sürdüğü bir inanç anlayışı içerisindeydiler. Talas Savaşı’ndan sonra İslamlaşmanın hızla yaşandığı Türk beldelerinde, bir günde 10 bin çadır halkının Müslüman olduğu rivayetleri mevcuttur. Her bir çadırda 8-10 kişinin yaşadığı düşünülse, bir günde Müslüman olanların sayısının 80.000-100.000 civarında olduğu söylenebilir.
Tabi tevhidi inancın, Türkleri Şamanların etkisinden kurtarması ve tengrilerin hükümsüz kalmaları, yukarıda zikrettiğimiz Arap, İran ve Kürtlerin ayaklarına bağ olan ilahlarından kurtulması gibiydi.
Tevhidin Işığında Oluşan Medeniyet:
Bahsedilen milletlerin kültürleri, yeni bir yorumla İslam Medeniyeti’ni oluşturdu. Bu medeniyet yüzyıllar boyunca dünyanın gidişatına yön verdi. Araplar “Halifelik”sürecinden sonra, “Emevi ve Abbasi” devletleriyle dünya siyasetine yön verdiler. Türkler kurdukları “Büyük Selçuklu ve Osmanlı Devleti” sayesinde dört bir yanda at koşturdular. Kürtler İslami dönemde “Şeddadî, Mervanî ve Eyyubîler” eliyle devletler oluşturdular. İranlılar “Safevi Devleti” ile kendinden söz ettirdi.
Müslüman milletlerin yetiştirdiği şair, edip, ilim adamı ve mucitler, günümüzde tam olarak tanınmasalar da hala bizlere rehberlik etmektedirler. Müderrislerin verdiği eğitim sayesinde, bilimin birçok alanlarında, özellikle de 13. yüzyılda bütün dünyaya öncülük ettiler.
Öyle ki bu süreçte Batı dünyası, İslam Medeniyeti’nin etkisi altındaydı. Bu durumu “İslam Medeniyeti’nin Batı’ya Etkileri” makalesinde gündem edinen Prof. Dr. İsmet Kayaoğlu, şunları söylemektedir: “Arapçada senet anlamındaki sakk; Batı’da çek olarak gündelik hayata girdi. Buna benzer Farsçadaki divan kelimesi İtalyancada doana, Fransızcada douane olarak kullanıldı. Bayanların giydiği jupe, Arapçadaki cübbeden, müslin adı verilen kumaş, çıktığı yer olan Musul’dan ismini aldı. Yine Arapçada şeker anlamındaki süker kelimesi, İtalyanca zucchero, Fransızca sucre oldu. Şerbet’e Fransızcada sorbet denildi. Algebre, cebir’den; chiffre sıfırdan; cafê, kahveden gelmektedir.”
Görüldüğü üzere İslam medeniyetinin etkileri, sadece Müslüman milletlerle sınırlı kalmamış, Batı Medeniyeti’ne dahi sirayet etmiştir. Günümüz Müslümanları, her ne kadar bu durumun farkında olmasalar dahi, küllerin altında saklı duran büyük bir medeniyetin mirasçısıdırlar.
Bu medeniyet küllerinin altından çıkacak günü beklemektedir.
İnşallah.
Mehmet Emin Özmen - İnzar Dergisi
Benzer Haberler
cekici.net'te Hizmette Sınır Yok!
Nasıl yapılır, Niçin yaptın
İstanbul'da lale zamanı
ACN Nakliyat işinizi dahada kolaytırır
Seçmen Kağıdı Olmadan Oy Kullanılır mı? Oy Kullanmak İçin Gerekli Belgeler
Cenaze Yıkanmadan Namazı Kılınır mı?
Zirve organizasyon masa sandalye kiralama hizmeti
Mü’min Olmak Sözünde Durmaktır